28 Nisan 2015 Salı

Andy Weir - Yumurta



Okuldu, vizelerdi derken uzun zamandır blogla ilgilenemedim. Hatta o kadar uzak kaldım ki fuardan Patrick Rothfuss'un Sessizliğin Müziği'ni aldıktan sonra ancak aklıma geldiğini söyleyebilirim :D Bu arada blogun boş kalmasına gönlüm el vermedi ben de son zamanlarda rastladığım, dünyada ve ülkemizde Marslı adlı bilim-kurgu romanıyla ünlü Andy Weir'in üne kavuşma yolunda önemli bir rolü bulunan Yumurta öyküsünü paylaşmak istedim. Şimdilik böyle olsun, vizeleri atlattıktan sonra umarım sıkı bir dönüş yapabilirim. Keyifli okumalar!

Öldüğünde eve gitmek üzere yoldaydın.

Araba kazası oldu. Ölümcül bir kaza olmasının dışında sıra dışı bir şey yoktu. Geride karını ve iki çocuğunu bıraktın. Acısız bir ölümdü. İlk yardım ekipleri seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptılar ama fayda vermedi. Vücudun tamamen paramparça olmuştu. İnan bana ölmen daha iyiydi.

Ve işte benimle karşılaştığın zaman o zaman.

“Ne… ne oldu?” diye sordun. “Nerdeyim?”

“Öldün” dedim hiç sözü uzatmadan.

“Bir kamyon vardı… Kontrolden çıkmıştı…”

“Evet” dedim.

“Ben… Ben öldüm mü?”

“Evet. Ama kendini kötü hissetme. Herkes ölür.” dedim.

Etrafa baktın. Hiçlik vardı. Sadece sen ve ben. “Burası neresi?” diye sordun. “Ölümden sonraki hayat mı?”

“Daha fazla veya daha az” dedim.

“Sen tanrı mısın?” diye sordun.

“Evet” dedim. “Ben tanrıyım.”

“Çocuklarım… karım,” dedin.

“Ne olmuş onlara?”

“İyi olacaklar mı?”

“İşte görmek istediğim bu” dedim. “Henüz demin öldün ve tek endişen ailen. Bu güzel bir şey.”

Büyülenmiş gibi bana baktın. Sana göre ben hiç tanrıya benzemiyordum. Sıradan bir adam gibiydim, veya bir kadın. Muğlâk bir otorite gibi belki. Yüce bir yaratıcıdan çok bir edebiyat öğretmeni gibi.

“Merak etme” dedim. “İyi olacaklar. Çocukların seni hep iyi hatırlayacaklar. Büyüyüp seni hor görmeye vakitleri olmadı. Karın belki ağlayacak, ama içten içe rahatlayacak. Açık konuşmak gerekirse, evliliğin zaten yıkılmak üzereydi. Bir teselli olacaksa eğer, ölümünden sonra rahatladığı için çok pişmanlık duyacak.”

“Ah,” dedin. “Peki, şimdi ne olacak? Cennete mi cehenneme mi gideceğim?”

“Hiçbirine” dedim. “Reenkarnasyon geçireceksin.”

“Ah” dedin. “Demek Hindular haklıymış.”

“Bütün dinler kendi içlerinde doğrudur.” dedim. “Yürü benimle.”

Boşluğa doğru büyük adımlarla yürüdük. “Nereye gidiyoruz?”

“Belirli bir yere değil” dedim. “Yürürken konuşmak güzel.”

“E o zaman bütün bunların amacı ne?” diye sordun. “Yeniden doğduğumda, boş bir yazboz tahtası olacağım, değil mi? Bir bebek. Önceki hayatımda yaptıklarımın ve öğrendiklerimin hiçbir ehemmiyeti olmayacak.”

“Öyle değil!” dedim. “Önceki yaşamlarında edindiğin tüm bilgiler ve deneyimler seninle birlikte. Sadece şu an onları hatırlamıyorsun.”

Durdum ve seni omuzlarından tuttum. “Ruhun hayal edebileceğinden çok daha muhteşem, güzel ve devasa. İnsan aklı varlığının sadece küçük bir parçasını ihtiva eder. Bu su dolu bir bardağa parmağını sokup sıcak mı soğuk mu olduğunu öğrenmek gibi bir şey. Küçük bir parçanı koca bir tanka koyuyorsun ve çıkardığın zaman o tanktaki bütün özütü almış oluyorsun.”

“Son 48 yıl boyunca bir insan oldun, ama o engin bilinçaltını henüz tam anlamıyla genişletebilmiş değilsin. Burada biraz fazla vakit geçirecek olursak her şeyi hatırlamaya başlayacaksın. Fakat bu iki yaşam arasında bunu yapmanın hiçbir anlamı yok.”

“Öyleyse kaç defa reenkarne oldum ben? “

“Ah çok fazla. Çok çok fazla. Birçok farklı hayata doğdun.” dedim. “Bu defa, milattan sonra 540 yılında yaşamış Çinli köylü bir kız olacaksın.”

“Ne? Ne dedin?” diye kekeledin. “Beni geçmiş zamana mı gönderiyorsun?”

“Teknik olarak evet. Zaman, bildiğin üzere, sadece sizin evreninizde var. Benim geldiğim yerde durumlar farklı.”

“Nereden geliyorsun?” diye sordun.

“Ah tabii ki” dedim, “Bir yerlerden geliyorum. Başka bir yerden. Benim gibi başkaları da var. Biliyorum oranın nasıl olduğunu bilmek isteyeceksin, fakat açıkçası anlatsam bile anlayamazsın.”

“Ah” dedin, biraz sakinleşerek. “Ama bir dakika. Eğer her defasında değişik zamanlara doğacaksam, zamanın bir noktasında kendimle karşılaşabilirim.”

“Tabii ki. Sürekli olur o. Ve her ikisi de sadece kendi yaşamlarının farkında olurlar.”

“E o zaman bütün bunların anlamı ne?”

“Ciddi misin?” diye sordum. “Ciddi misin? Bana yaşamın anlamını mı soruyorsun? Birazcık klişe bir soru değil mi?”

“Ama makul bir soru,” diye yanıtladın.

Gözlerinin içine baktım. “Hayatın anlamı, bütün bu evreni yaratmamın nedeni, olgunlaşman.”

“İnsanlığı mı kastediyorsun? Olgunlaşmamızı mı istiyorsun?”

“Hayır, sadece sen. Bu evreni sadece senin için yarattım. Her yeni hayatta büyür, gelişir ve olgunlaşırsın. Her defasında idrakin daha da artar.”

“Sadece ben mi? Peki ya diğerleri?”

“Diğerleri yok.” dedim. “Bu evrende, sadece sen ve ben varız.”

Boş gözlerle baktın bana. “Ama yeryüzündeki bütün insanlar…”

“Hepsi sensin. Senin farklı reenkarnasyonların.”

“Bir dakika. Ben herkes miyim!?”

“İşte şimdi anlamaya başladın.” dedim, sırtına hafif vurarak.

“Yeryüzünde yaşamış her insan ben miyim?”

“Veya yaşayacak her insan, evet.”

“Ben Abraham Lincoln’üm.”

“Ve onun katili John Wilkes Booth’sun.” diye ekledim.

“Ben Hitler’im.” dedin, korkuyla.

“Ve onun öldürdüğü milyonlarsın.”

“Mesih miyim?”

“Ve ona inanan insanlarsın.”

Sessizliğe gömüldün.

“Ne zaman birine zulüm ve haksızlık etsen,” dedim, “Kendine zulüm ve haksızlık ediyordun. Yaptığın her iyiliği, kendin için yapıyordun. Herhangi bir insanın yaşadığı her mutluluk ve üzüntüyü sen yaşadın veya yaşayacaksın.”

Uzun sure düşündün.

“Neden?” diye sordun bana. “Neden bütün bunlar?”

“Çünkü bir gün, benim gibi olacaksın. Çünkü sen busun. Sen bendensin. Benim çocuğumsun.”

“Nasıl olur,” dedin, kuşkulu bir şekilde. “Benim tanrı olduğumu mu söylüyorsun?”

“Hayır. Henüz değil. Henüz ceninsin. Hala büyüyorsun. Her insanın hayatını yaşadıktan sonra, doğmak için hazır hale gelmiş olacaksın.”

“O zaman bütün bu kainat,” dedin, “Bu sadece…”

“Bir yumurta.” diye cevapladım. “Şimdi senin için yeni bir hayata doğma zamanı.”

Ve seni bir sonraki yaşamına gönderdim.

Andy Weir

Orijinal metin: http://www.galactanet.com/oneoff/theegg_mod.html
Çeviri kaynağı: http://benvetambillarim.tumblr.com/post/1523281620/yumurta

18 Eylül 2014 Perşembe

Anthony Ryan - Kan Şarkısı, Kuzgunun Gölgesi #1

"Pek çok adı vardı. Daha otuz yaşına gelmemiş olmasına rağmen, tarih ona bol unvan ihsan edilmesini layık görmüştü: Onu bize eziyet etsin diye gönderen deli kralın karşısında Diyar’ın Kılıcı, savaşlar boyunca onu izleyen adamların yanında Genç Atmaca, Cumbraelli düşmanlarına karşı Karanlıkkılıç ve sonradan öğrendiğime göre Büyük Kuzey Ormanı’nda yaşayan esrarengiz kabileler arasında da Beral Shak ur adıyla anılırdı, yani; Kuzgun Gölgesi.
Ama benim insanlarım onu tek bir isimle tanırdı ve onu iskeleye getirdiklerinde aklımda dönüp duran da bu isimdi: Umut Katili. Yakında öleceksin ve ben de bunu göreceğim. Umut Katili."

Vaelin Al Sorna, annesinin ölümünün yarattığı üzüntüyü henüz üzerinden atamamışken, kendisini İtikad’ın koruyucusu Altıncı Nişan’ın kapısında, Kral’ın Savaş Lordu olan babası tarafından terk edilmiş olarak bulur. Nişan’a adım attıktan sonra ise artık hayatı eskisi gibi olmayacaktır. Bu inanç koruyucusu savaş okulunda ölümcül sınavlarla boğuşurken, dövüşmenin yanı sıra kardeşliği, sadakati, karanlığı, ihaneti ve hayatta kalmayı öğrenir. Diyardaki kardeşleri ise onun tek ailesidir. On yaşında o kapıdan adım atan çocuk, genç bir adam olduğunda, Diyar’ının en tanınmış figürlerinden biri haline gelmiştir. Krallarla pazarlık yapar, ordular yönetir ve Diyar’ın kâbuslarından Karanlık’la başa çıkmaya çalışır. Artık sadece Diyar’ının değil, tüm dünyanın kaderi onun ellerindedir. Her şeyden öte, Vaelin’in zorlu hayatında böylesine yükselmesini sağlayan gizli ve karanlık bir gücü vardır: Kan Şarkısı.

Sonunda Neil Gaiman aşkımı kısa bir süreliğine kenara bırakıp farklı bir yazarın etkileyici bir kitabını yorumlayarak ufak bir farklılık yapıyorum :) Geçtiğimiz 3-4 ayda adına çeşitli etkinlikler düzenlenen, bloglarda fırtınalar estiren Kan Şarkısı'nı sonunda ben de okuma şansı buldum.

Kitaba başlamadan önce her zamanki gibi  hakkında bir sürü yorum veya makaleye rastlamama rağmen hiçbirini okumadım ve okumaya başlarken de nedense içimde kitabın çok güzel olacağına dair hisler vardı. Fakat kitabın baş karakteri Vaelin'in esaret altındaki yolculuğunda, yanında bulunan Verniers bende Kralkatili Güncesi'ndeki Tarihçi'yi çağrıştırdığından, 200-300 sayfa geçmeme rağmen Anthony Ryan'a içten içe kin beslediğimi itiraf etmeliyim. Bu aralar Yerdeniz serisini kitapla eş zamanlı okumamdan ve sürekli Skyrim oynamamdan dolayı fantastik açıdan beklentim de kitabın daha olağanüstü olması yönündeydi. Ama kitabın büyük bir çoğunluğunda bu tadı alamadığımı da eklemeliyim.

Fakat yaklaşık son 200 sayfa o kadar hızlı ve tatlı geçti ki o başlardaki ufak nefretim ve sıkıntım da eridi gitti. Serinin kalan kitaplarında Karanlık mevzusu etrafında olaylar çeşitlenir ve detaylanırsa işte o zaman bu seriyi kütüphanemin güzide köşelerinden birine koyabilirim :D 

Bu kitaba 10 üzerinden 6-7 gibi bir not verebilirim. Fantastik düşkünüyseniz sizi tatmin edebilir ama diğer okurlar için çok da favori bir kitap olabileceğini düşünmüyorum.


3 Eylül 2014 Çarşamba

Neil Gaiman - Mezarlık Kitabı

Hevesle başladığım blog yazma serüveninde büyük bir kesintiye uğramama rağmen bu süreçte birkaç kitap okuma şansını yakalayabildim. Bu ender zaman aralığında hem bol ödüllü hem de Neil Gaiman imzalı bir kitap olan Mezarlık Kitabı'nı okumak ise harikulade bir seçimdi.

Ne zaman yeni bir kitaba başlasam, kitabın yazarı en sevdiğim yazarlardan biri olsa bile, sürekli kitap hakkında ve kötü yönde önyargılar baş gösteriyor. Bu romanda da sayfalara genel olarak göz attığımda illustrasyonlardan dolayı basit bir kurgu olacağını düşünmüştüm. Göz ardı ettiğim büyük hata ise bu kitabı Neil Gaiman'ın yazmış olduğunu unutmamdı.

Biraz da romanın genel hatlarından bahsedelim. Nobody Owens, Nobody Owens olmadan önce normal ailesiyle normal bir bebekti. Fakat bir gece Jack denen adam ailesini öldürdü. Onu da öldürecekti, o gece beşiğinden kaçıp mezarlığa gitmemiş olsaydı.

Mezarlıkta Owens ailesi onu sahiplendi ismini de Nobody koydular. Fakat mezarlık ahalisi ona kısaca Bod diyordu. Mezarlıkta ölüler gibi yetişti, onlar gibi olmayı öğrendi ama aynı zamanda yaşıyordu ve normal bir insanın yapabildiklerini o da yapabiliyordu. Mezarlık ahalisiyle bir sorunu yoktu ama kitap okuyarak dış dünyayı keşfetmeye çalışıyordu. Bu Nobody'nin en kıskandığım özelliği ve tahmin ediyorum ki sadece ben değil kitabı okuyan tüm kitap kurtları kıskanıyordur. Çünkü mezarlık aşırı derecede sessiz bir ortam, gündelik yaşamın sorumlulukları Nobody için pek bir şey ifade etmiyor ve sabahtan akşama kadar kitap okuyabiliyor. Kitabı okudukça yanıma birkaç kitap daha alıp aşağıdaki mezarlığa kaçasım gelmiyor değildi :D.

Kitapların anlattığını bir de ben anlatınca acayip sıkılıyorum o yüzden bu kadar yeter. Tatmin olmayanlar zaten internetteki birçok kaynaktan gidişatı öğrenebilirler ki hiç okumamış olanlar için fazla bile anlattım :D.

Kitabı 10 üzerinden değerlendirirsek puanım 8-8.5 olur ve ben bu kitabı da kesinlikle tavsiye ederim. Ayrıca kitaba başlamadan önce bende önyargılar yaratan illüstrasyonlar da harikaydı, bunların çizeri Dave McKean'ı da takibe almayı unutmayın.

Bir dahaki bloglamada görüşmek üzere hoşçakalın!


30 Haziran 2014 Pazartesi

Neil Gaiman & Michael Reaves - Ara Dünya

Sıkı bir Neil Gaiman fanı olarak, kitap incelemelerine Neil Gaiman'ın katkıda bulunduğu bir kitapla başlamak benim açımdan güzel oldu. Kitabı dün bitirdim ve elime geçen ilk fırsatta kitap hakkında düşündüklerimi yazıya geçirdim.

Daha çok fantastik türüne yatkın olduğumdan ve Neil Gaiman genelde bu türe yakın yazdığından kitaba büyük umutlarla başladım. Ama kitap alırken yazar ve kapak ikilisi dışında eleştrilere veya tanıtım yazılarına bakmayan biri olarak kitaba başladığımda bir bilim kurgu romanı olduğunu anlayınca içim burkuldu. Açıkçası o anda kitabı bırakasım geldi çünkü uzun zamandır kitap okumuyordum ve böyle bir başlangıç canımı sıkmıştı. Ama kendimi biraz zorlayınca 10-20 sayfa geçtikten sonra düşüncelerim tam tersi yönde gelişmeye başladı ve kitabı başladığım gibi bitirdim :D

Roman için bilim kurgu dedim ama Ara Dünya salt bilim kurgudan oluşmuyor. Zaten kitap genelinde büyüye dayalı dünyalarla bilimi baştacı etmiş dünyalar arasında olan çatışma ve bunlar arasında dengeyi sağlamaya çalışan Ara Dünya anlatılıyor.

İlginç ders anlatım ve işleyiş tarzıyla ünlü Sosyal Bilgiler Öğretmeni Bay Dimas öğrencilerini bir proje için gruplara ayırır ve gözlerini kapayarak bu grupları farklı şehirlere gönderir. Öğrencilerin amaçları ise bulundukları şehirden okulun olduğu şehre geri dönmektir. Tüm gruplar bir şekilde geri döner ama Joey Harker kaybolmuştur.

Joey Harker, bir Yürüyüşçü'dür ve boyutlar arası geçiş yapabilmektedir. Yürüyüşçüler için Ara Dünya'nın elemanları ve Multiverse diye adlandırılan evrenimside(ne diyeceğimi bilemedim :D) dengeyi sağlayan askerler diyebiliriz. Bir başka Yürüyüşçü Jay, Joey'in kaybolduğu gün onu bulur, yürüme yeteneği hakkında bilgilendirir ve ona Ara Dünya'ya giderken rehberlik eder ve hikaye böylece başlamış olur.

Kurgu açısından mükemmel diyemesem de güzel bir kitap ama betimleme tarzını beğendim dersem yalan olur. Kapağında Neil Gaiman'ın isminin geçtiği bir kitap için yetersizlikler de fazla. Ama sonradan öğrendim ki Ara Dünya(Interworld) seri halinde olacakmış. Belki bu yetersizlikler sonraki kitap veya kitaplarda giderilmiş olur.

Normalde kitaplardaki afili sözlere dikkat etmem ama kitaptaki bir cümleden aldığımı şu kesit epey hoşuma gitti:
...herkes benden nefret etmek için sırada bekliyordu, sıranın en önündeyse ben vardım.
Yazıda, pek tanımadığımdan Micheal Reaves'den pek bahsedemedim ama Maykıl Dayı sana da buradan teşekkürlerimi sunuyorum :D

Uzun sözün kısası Ara Dünya'yı okuyun derim. Kaybedecek bir şeyiniz yok.

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Newarre'ye yolculuk

Anlatmaya Newarre'nin ne anlama geldiğiyle başlayalım o zaman. Newarre; çok değerli Patrick Rothfuss'un naçizane fantastik roman serisi olan Kralkatili Güncesi'nde başkahraman Kvothe'un kitap boyunca olayları anlattığı Yoltaşı hanının bulunduğu kasabanın ismi.




alsdale.deviantart.com'dan




Neden Newarre, başka isim mi bulamadın?

Aslında pek bir nedeni yok. Genel olarak hayallerimdeki kasabalara benzedeğinden bu hayali mekana sempati duyuyordum blogun ismi de böyle olsun istedim.

Ee süs olsun diye açmadın bu blogu, ne anlatacaksın?

Uzun zamandır günlük tarzında ama düzensiz sürekli yazılar yazıp duruyordum. Bir aşamadan sonra kendimi geliştirdiğimi fakat bu gelişmenin yavaş olduğunu gördüm. Newarre'yi, okurların bana bu gelişme sürecinde yön vererek daha büyük adımlarla ilerlememi sağlama ihtimalini göz önünde bulunduraraktan açtım. Genellikle kitap yorumları olmakla beraber, film ile dizi yorumları, biraz müzik ve başınızı ağrıtmayacak şekilde -ki bu konuda söz veremiyorum- kafamı kurcalayan konulardan bahsetmeyi düşünüyorum. Ancak bu konulardan bambaşka şeyler de anlatabilirim hiç belli olmaz.

Kitap, film ve müzik konusunda favorilerin neler?

Kitaplardan başayacak olursak genel olarak anlaşılabileceği gibi Kralkatili Güncesi serisi (üçüncü kitap yayınlanmamasına rağmen) baş tacım. Ama sıkı bir Neil Gaiman fanıyım. Her ne kadar şu ana dek tüm eserlerini okuyamasam da bu adama bayılıyorum. Neil Gaiman'ın en sevdiğim kitabı ise Yokyer.

Filmlerden Yüzüklerin Efendisi serisinin yeri ayrı fakat Devil's Advocate ve The Curious Case of Benjamin Button'ı ağzım açık izlediğimden şimdilik en sevdiğim filmleri bu ikisiyle sınırlandırabiliriz.

Müzik zevkim ise sürekli çalkantılı. Eminem'ı bayılarak dinleyen biri olmama rağmen Gülden Karaböcek dinlemekten gocunmadığımı söyleyebilirim. Bu konuda net bir tavrım yok, kulağıma ne hoş geliyorsa onu dinlerim.

Newarre kalıcı olacak mı?

Elimden geldiği kadarıyla kalıcı olacak. Önümüzdeki 3-4 yılı göze alarak bu blogu açmaya karar verdim. İşler yolunda gittiği sürece yazabilirim.

Sana övgü ve sövgülerimizi nasıl iletebiliriz?

Bu blog için kullandığım twitter adresim olan @Newarre'den veya kvoothe@gmail.com mail adresinden kolaylıkla bana ulaşabilirsiniz. Özellikle sövgülerinizi bekliyor olacağım.

“Only in silence the word, Only in dark the light, Only in dying life: Bright the hawk's flight On the empty sky."

Newarre